• Forum vBulletin altyapısından Xenforo altyapısına geçirildi, bu sebeple eski şifreleriniz ile foruma giriş yapamayacaksınız, parolamı unuttum adımından mailiniz ile şifre sıfırlayarak giriş yapabilirsiniz.

    Üyeliklerinde geçerli bir mail adresi olmadığı için sıfırlama yapamayacak kullanıcılar forum kullanıcı adlarını ve yeni şifrelerini yazarak info@maxigame.org adresine şifre sıfırlamak istediklerine dair bir mail göndersinler şifrelerini sıfırlayıp mail adreslerini güncelleyeceğiz. Şifreniz sıfırlandıktan sonra foruma giriş yapıp tekrar istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz.

Necip Fazıl Kısakürek

Aktiflik
K.Tarihi
14 Şub 2011
Mesajlar
6
Puanı
1
Gericiliğin üstadı Necip Fazıl Kısakürek...


Ülkesini ve insanlarını yıllar öncesine, kulluk ve sorgusuz itaate yönlendirmek ve bundan kendine maddi ve manevi çıkar sağlayan Necip Fazıl Kısakürek, kumarbaz olması ve örtülü ödenekten para dilenmesi, bugün maalesef unutulmuş durumdadır...


Necip Fazıl'ın Kubilay olayından sonra yazdığı yazı


“...Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer inkılâbı zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin... Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar...”


(Ankara Türkocağı’nda Kubilay’ı anma toplantısında yaptığı konuşmadan.”Hakimiyeti Milliye”, No: 3406, 5 Ocak 1931)


Günümüzde, Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin dilinden düşürmediği Necip Fazıl'dan (Atatürk düşmanlığına payanda olmadığı döneminden) bir yazı.


Bu ülkeyi karanlık çağdan aydınlık çağa taşıyan cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e saldırmak moda oldu bu ülkede. Atatürk'e saldırmayı marifet sanan tarih yoksunlarının ağızlarında öve öve bitiremediği bir Necip Fazıl Kısakürek var.


Hani şu; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bülent Arınç'ın "üstadımız" diye tabir ettiği Necip Fazıl Kısakürek.


Onu daha yakından tanımanızı istediğim için tutuklanma nedenlerini size paylaşmak istiyorum:


- Türklüğe Hakaret: 9.6.1947 – 5.8.1947 (1 ay, 27 gün)


- Türklüğe Hakaret Davası Bitti, Son Posta, 6 Ağustos 1947


- Türklüğe Hakaret: 21.4.1950 – 15.7.1950 (3 ay, 25 gün)


- Tevkif Müzekkeresi, C. Savcı No: 950 / 5191


- Atatürk'e Hakaret: 15.10.1960


– 18.12.1961 (1 yıl, 65 gün)- 1960 / 3349 numaralı mahkûmlar için müddetnâme''Destân'' adlı şiirinde Cumhuriyet inkılâplarına ve Atatürk'e dolaylı yoldan hakaret vardır.


Atatürk düşmanlığını belgeleyen sözleri ise aynen şöyledir; "Ah küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılâp!


Görüyorsunuz inanılmaz bir yenilik,çağdaşlık ve Atatürk düşmanlığı. Ve bu gün bu adamı üstadımız diyen kişiler ise memleketimizi yönetmektedir.


Peki Necip Fazıl temelden beri bir Atürk düşmanlığı mı yapıyordu? Tabiki hayır ilk zamanlarda Atatürk döneminde tam bağımsızlık yaşandığı dönemlerde Atatürk’ten çok Atatürkçülük yapıyordu. Ne zaman Menderes hükümeti ile ABD kabusu ülkenin üzerine çöktü Necip işte ozaman ABD yanlısı oldu. Atatürk döneminde yaşanan Menemen olayına istinaden irticayı “zift ruhlu,zehir” olarak belirtmiş Menemen olayını ise şu sözleri ile lanetliyordu:


”Vatanımızın kalbimize en yakın bir köşesinde daha dün düşman bayrağından temizlediğimiz bir meydanı (menemen) bugün “inna fetehnaleke” yazılı zift ruhlu bir irtica aleminden temizliyoruz. İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir”


Hatta 1943 yılında Büyük doğu dergisi’nin kasım sasyısında Atatürk’ün ölmediğini birgün mutlaka geri döneceğini söylüyordu. Ancak Menderes hükümeti ile birlikte bu sözlerini unutuyor örtülü ödenekten aldığı sıcak paraya zihniyetini satıyor bir anda Atatürk düşmanı olarak Amerikancı bir zihniyete bürünüyordu.


Necip Fazıl hızını alamıyor ABD'nin İran'a olan işgal heveslerini haklı bulmakla kalmıyor teşvik ediyordu. ABD'nin İran'a saldırması konusunda tepkili olan Erbakan Necip Fazıl’dan şu sözlerle nasibini alıyordu:


”Bana isnat ettikleri kusur olarak Amerikalıları İran cenubunu işgal etmeye teşvik ettiğimi öne süren bu beton kafalı köpekler bilsin ki ABD'nin Moskova’nın orayı işgal etmesini önlemek için geçici olarak işgal etmesini istiyorum. Moskova tehlikesi geçince ABD’ye bölgeden çekil demek kolay.”


Görüyor musunuz Necip Fazıl kendini ABD'ci olmakla kalmıyor sanki ABD ye direktif verecek pozisyonda kendini görüyordu.


Necip Fazıl’ın ABD’ye olan düşkünlüğünü belgeleyen bir sözünü daha belirtmek istiyorum diyor ki Necip Fazıl:


”Amerikan politikasını korumakla mükellefiz, amerikan siyasetini tutmak biricik yol”


Necip Fazıl bir yandan ABD fanatiği olurken bir yandan din dersleri vaazları veriyor bir yandan da at yarışına merakından dolayı borç üstüne borca giriyor bu borçları ödemek için iş bankası adına “Ata Senfoni” kitabını yazıyordu. Birgün Kumar oynarken basılıyor basıldığında:


“Ben orda araştırma yapıyordum” diyerek basılma olayından sorumlu tuttuğu Ahmet Emin Yalman’ı “Deyyuslukla” suçluyordu.


Necip Fazıl "Son Devrin Din Mazlumları" isimli kitabında Dersim İsyânı'nı, Şeyh Said'i, Said'i Kürdî'yi vs. öve öve bitiremez.


1937'de Tunceli isyanında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin katliam yapıp bilmem kaç yüz bin Kürt'ün öldürdüğünü iddia eder.


Necip Fazıl, 1946'da İstanbul'da verdiği bir konferansta Atatürk'ü sâhte kahraman ilan etmiştir.


Abdullah Öcalan denen insan ziyânı olan aşağılık köpek, Necip Fazıl ile ilgili bir soruya aynen şöyle cevap vermiştir…"


"20 yaşlarında ya vardım, ya yoktum. Necip Fazıl Kısakürek'in konferanslarına gider,bayağı da etkilenirdim..."


Necip Fazıl Demokrat Parti döneminden sonra Cemal Gürsel'e yazdığı mektup :


“Pek Sayın Cemal Gürsel, Şu anda Balmumcuda nezâret altında bulunuyorum.


Hiçbir suçumun olmadığı kanaatindeyim. Ama beni suçlu görüyorsanız, ben sizden ve şanlı Türk Ordusu mensuplarından özür dilerim. Politikanın ne olduğunu artık anlamış bulunuyorum.


Sizler en iyi müdâhaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idâresiyle zaten bunu hak etmişti. Ben çok hastayım.Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esâsen nâmusum,şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayâtımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, dâima sizlerin emrinde olacağım.”


Yukarıdaki mektup 15 Eylül 1968 tarihli EKSPRES Gazetesi’nden alınmıştır


Nazım Hikmet ise onu bu yazıyla uyarıyordu :


"Sevgili Necip, ismin temiz demek, necîb temiz demektir benden iyi bilirsin. Necip'i necis yapma. Sen en cihanşumül eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolanırken vermiş bir şairsin, cebin para para olacak diye ruhun pare pare olmasın. Bilirim kalemin kıvraktır lisanın çeviktir, bilirim üç satırda ruh üflersin kağıda, bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin Seddi'ni, o lisan-i mücerret dilinle Babali yokuşunun yollarını yalaman beni kahrediyor Necip.


Sevgili Necip, inandığın Allah'ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye camii direğine çevirme, o kudretli kelimelerini üç kurusa parselleme üç tanesi üç kuruş etmeyecek ciğersizlere. sevgili necip, elinde sur-u israfil var, onu borazana çevirme.


Eski dostun


Nazım."




Ve yazıya Mina Urgan'ın Bir Dinozorun Anıları kitabından bir alıntı ile son vermek istiyorum:


"Necip Fazıl'ın kumar tutkusu sınır tanımazdı. Eşref Şefik ile arasında geçen olayı, İstanbul'un yazar çizer takımından bilmeyen yoktu. Eşref Şefik, annemin çocukluk arkadaşı olduğu için, onun ağzından da dinlemiştik bunu: Eşref Şefik hastaymış; onu yoklamaya gelen Necip Fazıl'a ilaç alması için, bir miktar para vermiş. Necip Fazıl, ilaçları hemen alacağını söyleyip, evden çıkmış. Eşref Şefik beklemiş beklemiş, ne ilaçlar varmış ortada, ne de Necip Fazıl. Sabaha doğru, bir lazımlığı çişle doldurmuş; ateşi çok yükseldiği halde, pencerenin önünde pusu kurmuş; lazımlığı kumarhaneden eli boş dönen Necip Fazıl'ın başından aşağı boca etmiş. Bu öyküden de anlaşılacağı gibi, Necip Fazıl'ın yüzsüz bir yanı vardı..."


Mîna Urgan - Bir Dinozorun Anıları




"Bilirsiniz: Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman, din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep "şeriat" sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar her türlü davranışı dinle karşılaştırırlar."
M. K. Atatürk (1923)

Net olarak alıntıladığım bir site yok çeşitli makale ve yazıları toparlamıştım ama hem takip etmeniz konusunda önereceğim hem de yazıda ki bazı kısımları https://www.facebook.com/TarihtarihSayfasi sayfasından aldım.
 
Yazının tamamını okumadım ama gözüme bir yazı çarptı. 1937de TSK Dersimde katliam yapmıştır diyor ve bu eleştiriliyor.Yalanmı?TSK Dersimde insanlık suçu işlemiştir çoluk çocuk,hamile,yaşlı,bebeği katletmiştir!
 
Yazının tamamını okumadım ama gözüme bir yazı çarptı. 1937de TSK Dersimde katliam yapmıştır diyor ve bu eleştiriliyor.Yalanmı?TSK Dersimde insanlık suçu işlemiştir çoluk çocuk,hamile,yaşlı,bebeği katletmiştir!

Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!
Dersim niye isyan etti?
377267_248275591897978_388171574_n.jpg

Naşit Uluğ’un 1938′de basılmış “Tunceli Medeniyete Açılıyor” isimli kitabını okumadan Dersim isyanının niye çıktığı, Atatürk’ün bu isyanı bastırmaya neden bu kadar önem verdiği anlaşılamaz. Kitapta şu değerlendirme yapılıyor:
“Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu.”
Gerçekten de doğu illerindeki aşiret yapısı, Atatürk’ün en çok mücadele ettiği düşmanlardan birisiydi. Yüzlerce yıldır, bölgede feodal bir baskı düzeni kurmuş olan Kürt aşiretleri en başından itibaren Atatürk’ün bu medeniyet projesine karşı çıktılar. Ve kendi gerici toplumsal yapılarını devam ettirmeye çalıştılar. Kurtuluş Savaşı’yla kovulmuş emperyalistler de Kürt aşiretlerinin bu gerici isyanlarını her seferinde destekledi.
1937 ve 1938′deki Dersim isyanları Atatürk dönemi Kürt isyanlarının en sonuncusudur. Tabii, Atatürk bu isyanları bugünkü AKP iktidarı gibi izlememiş, isyancılarla anlaşmamış, isyancıların ardındaki emperyalistlere teslim olmamış ve Türk milletini bölecek adımlara izin vermemişti. Dersim isyanı “açılımlar”la ve isyancıların bölücü emelleriyle uzlaşılarak değil, askeri bir harekâtla bastırıldı. Aynen Şeyh Sait ve Ağrı isyanı ve diğer Kürt isyanlarında yapıldığı gibi…
Bugün feryat figan eden Kürtçülerin derdi de işte budur. Türk devletinin PKK terörüne teslim olmasını ve bir Kürt devletine göz yummasını isteyenler, Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmak için yaptıklarına tabii ki karşı çıkacaktır.
Amaçları Atatürk’e saldırmak
Dersim isyanıyla ilgili yürütülen Kürtçü propagandanın kökeninde derin bir Atatürk düşmanlığı yatıyor. Atatürk’e açıktan saldırmaya cesaret edemeyen Kürtçüler, “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarıyla bunu dolaylı yollardan gerçekleştirmeye çalışıyor.
Halbuki, Kürtçülerin iddiasının aksine Dersim isyanı bastırılırken bir “Kürt katliamı” kesinlikle yaşanmamıştır. Aşiretleri tasfiye eden, Doğu insanımızı sömüren derebeylik rejimini ortadan kaldıran Atatürk devrimlerine karşı direnen gericilerle mücadele edilmiştir, o kadar.
Dersim isyanı askeri bir harekâtla bastırılmıştır, ancak bu harekâtta iddia edildiği gibi büyük katliamlar falan yaşanmamıştır. Kürtçülerin “90 bin kişi öldürüldü, 100 bin kişi zorla göç ettirildi” iddiaları bir hayalden başka bir şey değildir. Yalnızca nüfus rakamlarına bakmak bile bu yalanı ortaya koymak için yeterlidir.
İsyan öncesi Tunceli nüfusu 1935 rakamlarına göre 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bindir. Aradaki 5 bin fark da isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan aşiretlerin nüfusudur. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskana tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470′tir!
Üstelik, 1940 yılı sayımındaki 95 bin nüfus o dönem için çok büyük bir rakamdır. Tunceli’de bugün bile, 2008 rakamlarına göre, 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar.
Atatürk isyana hazırlıklıydı
Kürtçüler Dersim’de sistemli bir katliam yaşandığını iddia ediyor. Halbuki durum böyle değildir. Dersim isyanı için Kürt aşiretleri yıllarca hazırlık yapmış, Atatürk liderliğindeki Türk devleti de isyan başlayana kadar askeri hiçbir harekâta girişmemiştir. Kemalist iktidarın 30′lu yıllarda Tunceli’de yaptıklarını incelersek bu gerçeği görebiliriz.
1930′daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30′ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.
Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935′te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.
Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle“medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür… Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur… Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.
Ve… 1937 yılının 21 Martında, yani bugün PKK’lıların da ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruzda, Seyit Rıza liderliğindeki Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü’nü yakarak isyanı başlatır. Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit ederler. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.
Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti’nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri…
Tabii Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan’ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir.
“Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla tesis edilir.
Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi
Kendisine solcuyum, ilericiyim, sosyalistim diyen bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir.
İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini ünvandır! Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur.
Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi
Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö*nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değilir.
Varan 3: Seyit Rıza İngiltere’den destek istedi
Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
316653_248275448564659_1494101094_n.jpg

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıktı
O dönem Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti:
“İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Dersim’in hakim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (…) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arefesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”
Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”
Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil
Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı

21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü
381751_248278188564385_1100122322_n.jpg
21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü

Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin Kürtlere yönelik baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını dağıtarak Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Osmanlı dönemini çağrıştıran Dersim bırakılarak Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler.
Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!
Özgür Erdem
302475_248279061897631_246864643_n.jpg
Dersim Mahkeme salonu
Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!
 
Yazının tamamını okumadım ama gözüme bir yazı çarptı. 1937de TSK Dersimde katliam yapmıştır diyor ve bu eleştiriliyor.Yalanmı?TSK Dersimde insanlık suçu işlemiştir çoluk çocuk,hamile,yaşlı,bebeği katletmiştir!

Dersim’de ne oldu?
Atatürk ne yaptı?
313279_248277668564437_1722058405_n.jpg

Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!
Dersim niye isyan etti?
377267_248275591897978_388171574_n.jpg

Naşit Uluğ’un 1938′de basılmış “Tunceli Medeniyete Açılıyor” isimli kitabını okumadan Dersim isyanının niye çıktığı, Atatürk’ün bu isyanı bastırmaya neden bu kadar önem verdiği anlaşılamaz. Kitapta şu değerlendirme yapılıyor:
“Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu.”
Gerçekten de doğu illerindeki aşiret yapısı, Atatürk’ün en çok mücadele ettiği düşmanlardan birisiydi. Yüzlerce yıldır, bölgede feodal bir baskı düzeni kurmuş olan Kürt aşiretleri en başından itibaren Atatürk’ün bu medeniyet projesine karşı çıktılar. Ve kendi gerici toplumsal yapılarını devam ettirmeye çalıştılar. Kurtuluş Savaşı’yla kovulmuş emperyalistler de Kürt aşiretlerinin bu gerici isyanlarını her seferinde destekledi.
1937 ve 1938′deki Dersim isyanları Atatürk dönemi Kürt isyanlarının en sonuncusudur. Tabii, Atatürk bu isyanları bugünkü AKP iktidarı gibi izlememiş, isyancılarla anlaşmamış, isyancıların ardındaki emperyalistlere teslim olmamış ve Türk milletini bölecek adımlara izin vermemişti. Dersim isyanı “açılımlar”la ve isyancıların bölücü emelleriyle uzlaşılarak değil, askeri bir harekâtla bastırıldı. Aynen Şeyh Sait ve Ağrı isyanı ve diğer Kürt isyanlarında yapıldığı gibi…
Bugün feryat figan eden Kürtçülerin derdi de işte budur. Türk devletinin PKK terörüne teslim olmasını ve bir Kürt devletine göz yummasını isteyenler, Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmak için yaptıklarına tabii ki karşı çıkacaktır.
Amaçları Atatürk’e saldırmak
Dersim isyanıyla ilgili yürütülen Kürtçü propagandanın kökeninde derin bir Atatürk düşmanlığı yatıyor. Atatürk’e açıktan saldırmaya cesaret edemeyen Kürtçüler, “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarıyla bunu dolaylı yollardan gerçekleştirmeye çalışıyor.
Halbuki, Kürtçülerin iddiasının aksine Dersim isyanı bastırılırken bir “Kürt katliamı” kesinlikle yaşanmamıştır. Aşiretleri tasfiye eden, Doğu insanımızı sömüren derebeylik rejimini ortadan kaldıran Atatürk devrimlerine karşı direnen gericilerle mücadele edilmiştir, o kadar.
Dersim isyanı askeri bir harekâtla bastırılmıştır, ancak bu harekâtta iddia edildiği gibi büyük katliamlar falan yaşanmamıştır. Kürtçülerin “90 bin kişi öldürüldü, 100 bin kişi zorla göç ettirildi” iddiaları bir hayalden başka bir şey değildir. Yalnızca nüfus rakamlarına bakmak bile bu yalanı ortaya koymak için yeterlidir.
İsyan öncesi Tunceli nüfusu 1935 rakamlarına göre 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bindir. Aradaki 5 bin fark da isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan aşiretlerin nüfusudur. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskana tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470′tir!
Üstelik, 1940 yılı sayımındaki 95 bin nüfus o dönem için çok büyük bir rakamdır. Tunceli’de bugün bile, 2008 rakamlarına göre, 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar.
Atatürk isyana hazırlıklıydı
Kürtçüler Dersim’de sistemli bir katliam yaşandığını iddia ediyor. Halbuki durum böyle değildir. Dersim isyanı için Kürt aşiretleri yıllarca hazırlık yapmış, Atatürk liderliğindeki Türk devleti de isyan başlayana kadar askeri hiçbir harekâta girişmemiştir. Kemalist iktidarın 30′lu yıllarda Tunceli’de yaptıklarını incelersek bu gerçeği görebiliriz.
1930′daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30′ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.
Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935′te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.
Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle“medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür… Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur… Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.
Ve… 1937 yılının 21 Martında, yani bugün PKK’lıların da ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruzda, Seyit Rıza liderliğindeki Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü’nü yakarak isyanı başlatır. Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit ederler. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.
Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti’nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri…
Tabii Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan’ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir.
“Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla tesis edilir.
Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi
Kendisine solcuyum, ilericiyim, sosyalistim diyen bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir.
İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini ünvandır! Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur.
Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi
Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö*nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değilir.
Varan 3: Seyit Rıza İngiltere’den destek istedi
Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
316653_248275448564659_1494101094_n.jpg

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıktı
O dönem Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti:
“İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Dersim’in hakim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (…) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arefesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”
Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”
Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil
Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı

21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü
381751_248278188564385_1100122322_n.jpg
21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü

Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin Kürtlere yönelik baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını dağıtarak Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Osmanlı dönemini çağrıştıran Dersim bırakılarak Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler.
Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!
Özgür Erdem
302475_248279061897631_246864643_n.jpg
Dersim Mahkeme salonu
Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!



 
Dersim’de ne oldu?
Atatürk ne yaptı?
313279_248277668564437_1722058405_n.jpg

Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!
Dersim niye isyan etti?
377267_248275591897978_388171574_n.jpg

Naşit Uluğ’un 1938′de basılmış “Tunceli Medeniyete Açılıyor” isimli kitabını okumadan Dersim isyanının niye çıktığı, Atatürk’ün bu isyanı bastırmaya neden bu kadar önem verdiği anlaşılamaz. Kitapta şu değerlendirme yapılıyor:
“Doğu illerimizdeki kötülüklerin başında memleketin emniyet ve asayişini tehdit eden hıyanet ve şekavet ocakları vardı. Halkı esir gibi kullanan derebeylik ve toprak ağalığının yanında, bunların daha korkuncu olarak aşiret sistemi geliyordu. Bu sistem, Kemalist rejim muvacehesinde fiili bir isyan ve itaatsizlikten farklı görünmüyordu.”
Gerçekten de doğu illerindeki aşiret yapısı, Atatürk’ün en çok mücadele ettiği düşmanlardan birisiydi. Yüzlerce yıldır, bölgede feodal bir baskı düzeni kurmuş olan Kürt aşiretleri en başından itibaren Atatürk’ün bu medeniyet projesine karşı çıktılar. Ve kendi gerici toplumsal yapılarını devam ettirmeye çalıştılar. Kurtuluş Savaşı’yla kovulmuş emperyalistler de Kürt aşiretlerinin bu gerici isyanlarını her seferinde destekledi.
1937 ve 1938′deki Dersim isyanları Atatürk dönemi Kürt isyanlarının en sonuncusudur. Tabii, Atatürk bu isyanları bugünkü AKP iktidarı gibi izlememiş, isyancılarla anlaşmamış, isyancıların ardındaki emperyalistlere teslim olmamış ve Türk milletini bölecek adımlara izin vermemişti. Dersim isyanı “açılımlar”la ve isyancıların bölücü emelleriyle uzlaşılarak değil, askeri bir harekâtla bastırıldı. Aynen Şeyh Sait ve Ağrı isyanı ve diğer Kürt isyanlarında yapıldığı gibi…
Bugün feryat figan eden Kürtçülerin derdi de işte budur. Türk devletinin PKK terörüne teslim olmasını ve bir Kürt devletine göz yummasını isteyenler, Atatürk’ün Dersim isyanını bastırmak için yaptıklarına tabii ki karşı çıkacaktır.
Amaçları Atatürk’e saldırmak
Dersim isyanıyla ilgili yürütülen Kürtçü propagandanın kökeninde derin bir Atatürk düşmanlığı yatıyor. Atatürk’e açıktan saldırmaya cesaret edemeyen Kürtçüler, “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarıyla bunu dolaylı yollardan gerçekleştirmeye çalışıyor.
Halbuki, Kürtçülerin iddiasının aksine Dersim isyanı bastırılırken bir “Kürt katliamı” kesinlikle yaşanmamıştır. Aşiretleri tasfiye eden, Doğu insanımızı sömüren derebeylik rejimini ortadan kaldıran Atatürk devrimlerine karşı direnen gericilerle mücadele edilmiştir, o kadar.
Dersim isyanı askeri bir harekâtla bastırılmıştır, ancak bu harekâtta iddia edildiği gibi büyük katliamlar falan yaşanmamıştır. Kürtçülerin “90 bin kişi öldürüldü, 100 bin kişi zorla göç ettirildi” iddiaları bir hayalden başka bir şey değildir. Yalnızca nüfus rakamlarına bakmak bile bu yalanı ortaya koymak için yeterlidir.
İsyan öncesi Tunceli nüfusu 1935 rakamlarına göre 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bindir. Aradaki 5 bin fark da isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan aşiretlerin nüfusudur. Hangi aşiretten kaç kişinin zorunlu iskana tabi tutulduğu belgelerde de sabittir ve bunun toplamı da 3470′tir!
Üstelik, 1940 yılı sayımındaki 95 bin nüfus o dönem için çok büyük bir rakamdır. Tunceli’de bugün bile, 2008 rakamlarına göre, 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar.
Atatürk isyana hazırlıklıydı
Kürtçüler Dersim’de sistemli bir katliam yaşandığını iddia ediyor. Halbuki durum böyle değildir. Dersim isyanı için Kürt aşiretleri yıllarca hazırlık yapmış, Atatürk liderliğindeki Türk devleti de isyan başlayana kadar askeri hiçbir harekâta girişmemiştir. Kemalist iktidarın 30′lu yıllarda Tunceli’de yaptıklarını incelersek bu gerçeği görebiliriz.
1930′daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30′ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.
Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935′te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.
Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle“medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür… Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur… Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.
Ve… 1937 yılının 21 Martında, yani bugün PKK’lıların da ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruzda, Seyit Rıza liderliğindeki Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü’nü yakarak isyanı başlatır. Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit ederler. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.
Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti’nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri…
Tabii Atatürk, isyanın hemen bastırılmasını emreder. Ve dönemin Tunceli Valisi Korg. Abdullah Alpdoğan’ın komutasındaki 20 bin kişilik bir kuvvetle isyan bastırılır. Elebaşları idam edilir.
“Dersim Harekâtı” olarak bilinen bu isyan bastırma operasyonu, bölgedeki aşiretlerin gücü tamamen kırılana kadar sürer. Aşiretlerin önde gelenleri, Tunceli dışına sürülür ve bölgede Cumhuriyet rejimi tam anlamıyla tesis edilir.
Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi
Kendisine solcuyum, ilericiyim, sosyalistim diyen bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir.
İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini ünvandır! Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur.
Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi
Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö*nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değilir.
Varan 3: Seyit Rıza İngiltere’den destek istedi
Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir:
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
316653_248275448564659_1494101094_n.jpg

Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıktı
O dönem Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti:
“İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Dersim’in hakim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (…) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arefesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”
Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye’nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”
Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil
Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı

21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü
381751_248278188564385_1100122322_n.jpg
21 Mart 1937′de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü

Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin Kürtlere yönelik baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını dağıtarak Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Osmanlı dönemini çağrıştıran Dersim bırakılarak Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler.
Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!
Özgür Erdem
302475_248279061897631_246864643_n.jpg
Dersim Mahkeme salonu
Dersim isyanıyla ilgili atılan en büyük yalan ise isyanın büyük bir katliamla bastırıldığıdır. Doğru, isyan çok sert bir şekilde, isyancılarla çarpışa çarpışa bastırılmıştır ancak iddia edildiği gibi bir katliam yoktur. PKK’lıların iddialarına göre toplam 90.000 insan öldürülmüş, 100.000 kişi ise sürülmüştür. Halbuki 1935 nüfus sayımına göre Tunceli’nin toplam nüfusu 101 bindir! Zorunlu göçe tabi tutulan insan sayısı ise yaklaşık 5 bindir.
Zaten 1940 nüfus sayımında Tunceli’nin nüfusu 95 bindir.
Resmi rakamlara göre, ilk Dersim harekâtında öldürülen isyancı sayıcı sadece 265′tir, şehit asker sayısı ise 29. Toplam idam edilen sayısı ise 7′dir! Bunlar da elebaşları olan aşiret reisleridir.
İşte Atatürk iktidarının verdiği rakamlar.
İsteyen Atatürk’e inansın, isteyen PKK’ya… Seçim serbest!




Canlı tanıklar ne olacak?Kimyasal silah kullanılmasının önerilmesi ne olacak?Hava bombardımanı ne olacak?Bir şehire hava bombardımanı yapmak o şehirde çoluk çocuk olduğunu düşünmeden katliama kalkışmaktır.Dersim TSK'nın yaptığı ilk katliamm değil daha zilandere katliamı,roboski katliamı,80 öncesinde köy yakmalar...
 
Necip Fazıl bir entelektüeldir ve birçok entelektüel gibi hayatında gel-gitler ve fikir dünyasında dönüşümler yaşamış, içinde bulunduğu fikirsel buhran sonucu olarak da kumarı bir kaçınma (avunma) aracı olarak görmüştür (nihayetinde psikolojik travma yaşayan insanlar uyuşturucu, alkol, kumar, porno, vs gibi alışkanlıklar ediniyorlar). Necip Fazıl'ın içinde bulunduğu bu durumu şiirlerinden de anlarız. Ama ne olursa olsun Necip Fazıl'ın şiirlerini okuyup da kendisine aşık olmamak mümkün değildir. Sanattan anlayan herkes kendisinin büyük bir şair olduğunu kabul eder. Kaldırımlar şiiri, Zindandan Mehmet'e Mektup şiiri, vs. eşi benzeri olmayan şaheserlerdir.
 
Geri
Üst